- (2011) Volume 5, Issue 1
Muharrem Aksungur, Orhan Ak* and Atilla Özdemir
Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü-Trabzon
It is known that the river type hydroelectric power plants (HPP) are clean and renewable, low operating and maintenance expenses, due to the physical life of being a long coal, natural gas and petroleum as the energy produced by fossil fuels is less environmental impact. In addition, during the construction and operations, it can not be ignored effects on the aquatic ecosystem. In the Eastern Black Sea region, over 430 river-type HPP project is planned. In this study, 19 HPP project in Trabzon, according to environmental impact assessment (EIA) reports and construction and operation phases by examining the visual dimension it were examined and photographed. In the EIA reports, aquatic organisms and aquatic ecosystem impacts might given only in literatüre. Two project was conducted in field study. The construction stage; it is the biggest hazards excavations at random leaving stream beds, occupation of the river bed and river bed. During the working, a sufficient amount of life left in the amount of water and fish passages at random by building a sustainable aquatic ecosystem functions to fulfill the exact terms of a significant threat.
River type hydroelectric power plants (HPP), Aquatic ecosystem, Environmental impact assessment (EIA), Fish passage
Nehir tipi hidroelektrik santralleri (HES); temiz ve yenilenebilir olmaları, işletme ve bakım giderlerinin düşük olmaları, fiziki ömürlerinin uzun oluşu gibi nedenlerle kömür, doğal gaz ve petrol gibi fosil yakıtlardan üretilen enerjiye göre çevresel etkilerinin daha az olduğu bilin-mektedir. Bununla birlikte inşaat ve işletme aşamalarında özellikle sucul ekosistem üzerine göz ardı edilemeyecek etkileri mevcuttur. Doğu Karadeniz bölgesi için 430’un üzerinde nehir tipi HES projesinin yapımı planlanmaktadır. Bu çalışmada, bölgesi Trabzon ili sınırları içerisinde bulunan 19 HES projesinin çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporlarının uygulamadaki ek-siklikleri inşaat ve işletme aşamalarında yerinde inceleme yapılarak değerlendirilmiş ve görü-len aksaklıklar fotoğraflanmıştır. ÇED raporlarında sucul canlılar ve sucul ekosisteme etkiler literatür üzerinden verilirken sadece iki projede bölgesel saha çalışması yapılmıştır. İnşaat aşamasında; özellikle hafriyatların gelişigüzel dere yataklarına bırakılması, su kotu altındaki çalışmaların uzun süreli bulanıklık yaratması ve atık suların dinlendirilmeden dere yatağına ve-rilmesi inşaat aşamasındaki en büyük tehlikelerdir. İşletme aşamasında ise dere yatağına bıra-kılması gereken can suyu miktarının yeterli miktarda bırakılmaması ve balık geçitlerinin geli-şigüzel inşa edilerek işlevlerini tam olarak yerine getirememesi sürdürülebilir bir sucul ekosis-tem açısından önemli bir tehdittir.
Nehir tipi hidroelektrik santrali (HES), Sucul ekosistem, Çevresel etki değerlendirme (ÇED), Can suyu, Balık geçidi
Türkiye’deki 26 ana su toplama havzasından bir tanesi de Doğu Karadeniz Havzasıdır. Havza da birbirine paralel irili-ufaklı çok sayıda akarsu ve küçük buzul gölleri bulunmaktadır. Havzanın önemli akarsularını Melet Çayı, Harşit Çayı, Folderesi, Değirmendere, Karadere, Solaklı De-resi, Baltacı Deresi, İyidere, Pazar Çayı, Fırtına Deresi, Çağlayan Deresi ve Kapistre Deresi gibi birbirine paralel olarak uzanan akarsular ve bun-ların alt havzaları oluşturmaktadır. (Ak vd., 2008a, 2008b). Sahip olduğu ulusal ve uluslara-rası düzeyde önemli doğal alanlara ve zengin biyoçesitlilik değerlerine rağmen, Türkiye’deki diğer havzalarda olduğu gibi Doğu Karadeniz Havzası’nda da önemli sorunlar ve tehditler mev-cuttur. Özellikle, yanlış arazi kullanımı ve sürdü-rülebilir olmayan uygulamalar sonucunda, bölge-deki doğal alanlar zarar görmekte ve doğal kay-naklar plansızca kullanılarak tüketilmektedir. Doğu Karadeniz Havzası’ndaki baslıca sorunlar; plansız işletilen taş ocakları, evsel ve kısmen ta-rımsal ve endüstriyel kirlilik, hidroelektrik sant-raller, plansız altyapı (yollar ve yapılaşma), kont-rolsüz turizm, yasadışı avlanma ve toprak kay-malarıdır (DOKAP, 2001).
Ortalama yıllık yağışın 652,5 mm olduğu Türkiye'de bu yağışın büyük çoğunluğu yüzey akışına geçmekte olduğu için hidroelektrik enerji üretim potansiyeli yüksektir (Erke, 1985). Topografik olarak dağların denize paralel uzan-dığı ve yıllık ortalama yağışın 1291 mm olduğu Doğu Karadeniz bölgesi diğer bölgelere oranla daha düzenli akım gerçekleşmekte ve coğrafik özellikleri nedeniyle küçük HES'lere oldukça uygun görülmektedir. Bu bölgede genelde ho-mojen bir dağılım gösteren akım miktarlarında, karların erimeye başladığı ilkbahar mevsiminde artışlar görülmektedir (Gürer, 1979).
Yenilenebilir elektrik enerjisi üretimi için su-yun kullanımının birçok yararlarının olmasıyla birlikte çevreyle de bir takım etkileşimleri ol-maktadır. Bu etkileşimler genellikle hidroelektrik santrallerinin nehir ekosistem ve habitatına olan etkilerini kapsamaktadır. Makalede, nehir tipi hidroelektrik santrallerinin kurulmuş olduğu hav-zada sürdürülebilir bir sucul ekosistemin sağla-nabilmesi için; çevresel etki değerlendirme ra-porlarında vaat edilen başlıkların yerine getiril-mesi ile birlikte su kalitesindeki değişimler, can (telafi) suyu miktarı, balık merdivenleri inşası ve görevleri, dere yatağında yapılan tahribatlara ka-dar çevresel etkinin azaltılmasında öngörülen ve ülkemizde halihazırda uygulanmayan belli başlı konu başlıkları rapor ve görsel boyutta yerinde incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
Hidroelektrik enerji kaynakları; temiz ve ye-nilenebilir olmaları, yerli doğal kaynak kullanıl-maları, işletme ve bakım giderlerinin düşük ol-maları, fiziki ömürlerinin uzun oluşu gibi neden-lerle kömür, doğal gaz ve petrol gibi fosil yakıt-lardan üretilen enerjiye göre daha çok yenilene-bilir ve çevreyle dost enerji kaynaklarıdır. Bu tip santraller genel itibariyle regülatör, çökeltim ha-vuzu, su iletim kanalı ve yolu, yükleme havuzu, cebri boru, santral binası ve şalt sahasından oluşmaktadır (Şekil 1).
Türkiye’de ilk hidroelektrik santrali 1902 yı-lında Tarsus çayı üzerinde kurulmuştur. Bunu, 1929 yılında hizmete giren belediye tarafından yaptırılan ve ilk depolamasız nehir tipi HES olan Visera Santrali olarak da adlandırılan Trabzon’un Işıklar beldesi santrali ile 1940 yılında elektrik üretilmeye başlanan Konya-İvriz santrali izle-miştir. Doğu Karadeniz Bölgesi için ilk depola-masız nehir tipi santrali 1,04 MW Kurulu güce sahip Visera hidroelektrik santralidir (Şekil 2). Santral 1989 yılına kadar aktif olarak faaliyet göstermiş, bu tarihte meydana gelen aşırı yağışlar sonucu sel suları altında kalmış ve büyük oranda zarar görmüştür. 1989–2005 yılları arasında atıl durumda kalan santral, 2005 yılında özelleştirile-rek faaliyete geçirilmiştir.
Şekil 3. Nehir tipi hidroelektrik santrallerinde a- regülatörde suyun tutulması, b- kuyruk suyunun dere yatağına bırakılması, c ve d- tünelden çıkan bulanık suyun dinlendirilmeden dere yata-ğına bırakılması (Orijinal)
Figure 3. In the river type hydroelectric power plants, a-regulator of the water was keepingb-tail water leaving the river bed,c, and d- turbid water from the creek bed tunnel release (the original)
Ülkemizde özel sektörce, ilk defa 1951’de ya-pılan ve kurulu gücü 9,2 MW olan Derme ve Murgul HES’leri ile hidroelektrik enerji ile ta-nışmıştır. İlk büyük HES ise 1956 yılında hiz-mete alınan 54 MW kurulu güce sahip Seyhan I HES’tir (Oğuz, 2008).
Çevre etki değerlendirme raporları, çevre ile yapının karşılıklı etkilerini açıklayan raporlardır. Bu nedenle yapının ileriye yönelik olarak çalış-ması, ömrü ve stabilitesi ile ilgili önemli bilgileri ortaya koyarlar. Hidroelektrik enerji üretiminin doğal, tarihi ve kültürel varlıklar ile sosyo-eko-nomik çevre üzerinde boyutları projeden projeye değişen etkileri mevcuttur.
Ülkemizde halen yürürlükte olan ÇED mev-zuatına göre hazırlanan ÇED raporlarında proje-nin doğal ve sosyo-ekonomik çevre üzerindeki etkilerini yeterli ölçüde ortaya çıkarabilecek bir format kullanılmaktadır. Hazırlanan raporda;
• Proje Yeri, Proje Alanının Özellikleri,
• Etkilerin Özetinin yer aldığı bir "Giriş“
• Doğal Çevrenin Özellikleri
• Sosyo-Ekonomik Çevrenin Özellikleri
• İnşaat Aşaması Etkiler
• İşletme Aşaması Etkiler
• Sonuç, Öneriler, Etkilerin ve Alınacak Tedbirlerin Özeti bölümleri yer almalıdır.
Mevcut ana başlıklar altında ise aşağıda belir-tilen alt aşlıkların detaylı bir şekilde incelenmesi yapılmalıdır. Nüfus, nüfusun özellikleri, gelir kaynakları, sosyal altyapı tesisleri, sağlık, kültür ve eğitim tesisleri, tarım alanları, hayvancılık alanları, yerleşim eğilimleri güncel olarak veril-melidir. Yörenin ve inşaat alanı ve malzeme sa-haları ile örtüşen alanın florası, fauna yapısı, or-man örtüsü, yeraltı zenginlikleri, koruma alanları (sit alanları, Milli parklar, av alanları v.b. özel statüye haiz alanlar), benzersiz doğal oluşumlar, toprak yapısı, iklim yapısı, memba-mansap su kullanım özellikleri, su ürünleri, sucul canlılar, mansap kıyı erozyonu olasılığı arazi çalışmaları yapılarak belirlenmelidir. Tesis yerleri seçimi, tesisler ile örtüşen alanda ve malzeme sahala-rında yapılan hafriyat, mansaba bulanık su veril-mesi, derivasyon, gürültü, vibrasyon, servis yol-ları, tesis inşaatları etkileri irdelenmelidir. Ayrıca raporda tespit edilen olumsuz etkiler için önlem alınıp alınmadığı ilgili fizibilite bölümleri ile bir-likte değerlendirilmelidir.
Trabzon ve Rize illerinde 2005–2009 döne-minde yatırımı başlatılan ve/veya üretime geçen HES projelerinden 19 tanesinin ÇED raporları ve proje başvuru dosyaları incelenmiştir. Mevcut projelerin enerji miktarları 1.04–81 MW arasında değişim göstermektedir. Buna göre 1 proje için ÇED olumlu raporu almış, 18 adet HES projesi için kurulu güç kapasiteleri yönetmeliğe uygun olduğu için ÇED gerekli değil belgesi verilmiş-tir. Bu projelerden bazıları işletmeye geçme aşa-masına gelmiş ve lisans antlaşmaları imzalanmış, bazılarında ise %90 gerçekleşme düzeyine ula-şılmıştır. Bölgede ÇED süreci işletilen projelerde halkın katılımı toplantıları yapılmış olmasına rağmen özellikle sivil toplum kuruluşlarının gös-terdiği tepkiler nedeniyle hukuki süreçler yaşan-maktadır. Bu nedenle inşaat aşamasına gelen bazı projelerde yürütmeyi durdurma kararları alınmış; yapılan temyiz ve itirazlarla birlikte bölgede yatı-rımlar durma noktasına gelmiştir. CED gerekli değilkararına göre yatırımı başlatılan bazı işlet-meler 2009 yılında yürütmeyi durdurma kararları nedeniyle yeniden CED süreci başlatmak zorunda kalmıştır.
Doğu Karadeniz Bölgesinde HES projeleri için hazırlanan ÇED raporlarının 16 adedinin sucul ekosisteme etki yönünden değerlendirme-sine göre:
1. ÇED raporlarında yapılan balık türü tespiti çoğunlukla literatür taraması düzeyinde (%62,5) yapılmış, herhangi bir saha çalış-ması yürütülmemiştir. Yerinde saha çalışma-sına bağlı olarak tür tespiti sadece dört ra-porda (%25) yapılmıştır.
2. Hatta bazı ÇED raporlarında balık türlerine ait hiçbir bilgi yer almamıştır. Alıntı yapılan literatür çalışmaları bölge illerinde başka sa-halarda ve lokal olarak yapılan ve belirli akarsuları kapsayan veya bazı balık türleri-nin biyolojisine ait bilimsel çalışmaları kap-samaktadır.
3. ÇED hazırlayan şirketler kendi çalışmaları yerine kullandıkları literatür bilgilerin kay-nağına çok fazla titizlik göstermedikleri an-laşılmaktadır. Bölge genelinde balıklar ve diğer sucul canlılara ait biyolojik çeşitlilik ve gen çeşitliliğini içeren veri eksikliği bu-lunmaktadır.
4. İncelenen ÇED raporlarında yetersiz bilgilendirme yanında hiçbir fauna ve sucul ekosistem bilgisi verilmeyen, planında balık geçidi yer almamış ve can suyu miktarı he-saplanmayan proje oranı %37.5 olarak be-lirlenmiştir.
Bu tip projelerin uygulamaya geçirilmesi iş-letme döneminde ve sonraki aşamada büyük çev-resel risk taşımaktadır. Türkiye’de yapılması planlanan hidroelektrik santrallerin taşıdıkları çok yüksek potansiyel elektrik enerjisi üretim gücü ve etkileri bakımından yayın organlarının ve kamuoyunun yakından ilgilendiği bir konu haline gelmiştir. Oluşan çevre bilinci ve sivil toplum kuruluşlarının konuya takipçi yaklaşımı kamu kuruluşlarının da denetleme izleme konu-sunda titiz davranmasını gerektirmektedir. Özel-likle Doğu Karadeniz Bölgesinde yanlış uygula-malar büyük tepki görmektedir. Barajlar ve diğer HES yapılarının sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerini irdeleyen bu yayınlarda tepki almamak için, baraj yapımı ile ilgili çalışmalarda çok kapsamlı ve ciddi araştırmalara dayalı fizibilite, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve Kümülatif Etki Değerlendirme (KED) çalışmaları yapılarak ve uygulamada bunlar gözetilerek, baraj-çevre ilişkilerinin planlama ve işletilme aşamalarında göz ardı edilmediğinin gösterilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte çoklu yapı sistemleri için her yapı için ayrı ayrı yapılacak çevre etki değerlen-dirme (ÇED) raporları yerine havza bazında bü-tün tesislerin ve havzanın etkileşimlerini açıkla-yan kümülatif etki değerlendirme (KED) raporla-rının hazırlanması daha emniyetli, kapsamlı ve stabil sonuçların ortaya konmasını sağlayacaktır. Bu durum Çoruh ve GAP gibi çoklu baraj proje-leri içinde büyük önem taşımaktadır (DOKAP 2002; İTÜ, 2008).
Sucul ekosistem açısından çevresel etkinin azaltılmasında öngörülen ve ülkemizde hâliha-zırda uygulanmayan belli başlı konu başlıkları şu şekildedir:
1. Su kalitesindeki değişim
2. Balık stokları ve sucul ekosistem üzerine et-kiler,
3. Havza bazında taşıma kapasiteleri ve çevre-sel etkinin çıkarılması,
4. Balık geçitlerinin işlerliği ve yukarı göç (up stream) için dizaynı,
5. Akarsu aşağı balık göçlerinde (down stream) bariyerler ve kollektörler kullanılması,
6. Çevresel/ekosistem su ihtiyacı
7. HES’lerin inşaatı ve işletilmesi esnasında su ürünleri ve faunaya olan etkinin izlenmesi için iyileştirme projeleri yürütülmesi
8. Önemli ticari türlerde balıklandırma prog-ramları uygulanması
9. Tarım, turizm, balıkçılık vb gibi aynı böl-geyi kullanan sektörler ile çatışmanın ön-lenmesi.
Regülatör yapımı ile meydana gelecek çevre-sel etkilerden ilki akarsu sisteminin durgun su ortamına dönüşmesidir. Hidroelektrik projeleri-nin su kalitesi üzerine etkileri, proje özelliklerine bağlı olarak değişir. Bir baraj veya regülatör gö-lünde suyun tutulmayıp, yalnızca kuvvet tüneli ile santrale düşürülmesi ile enerjiye çevrildiği hidroelektrik projelerinde, projenin üzerinde yer aldığı nehrin su kalitesinde önemli bir etki söz konusu değildir. Söz konusu proje göl alanında su tutulmayıp yalnızca kuvvet tüneli ile santrale düşürülmesi ile enerjiye çevrildiği hidroelektrik projesidir. Fakat nehir tipi HES projelerinde su kalitesine herhangi bir etki olmadığı şeklinde genel ifade kullanılmaktadır. Usulüne uygun projelerde rezervuarın işletiliş şekline göre kısa süreler için rezervuarda su kalması ve yönlen-dirme ile direkt türbin sistemine verilmesi olum-suz bir etkileşim göstermez. Burada dikkat edil-meyen konular çok yüksek basınç altında cebri boruya verilen su kalitesi gaz çözünürlüğü artı-şına neden olmakta, kuyruk suyu sonrasında din-lendirme yapılmadığı için sucul fauna direkt et-kilenmektedir. Ayrıca inşaatlar sırasında yerinde yapılan kontrollerde kullanılan beton katkı mad-deleri ve çimentonun akarsuya karışması, çıkan hafriyatın dere yataklarına gelişi güzel bırakıl-ması ve sürekli bulanıklığa neden olacak şekilde çalışmalar yapılması su kalitesine de olumsuz etkiler olarak sayılabilir.
Regülâtörlerde su tutulması sonucu, akarsu ortamından durgun su ortamına geçilmesi, ancak oluşacak göl hacminin çok küçük olması suyun kalitesini değiştirecek önemli bir değişiklik ol-mayacaktır. Fakat sudaki çözünmüş gaz miktarı-nın izlenmesi ve çok uzun tünel cebri boru kulla-nılan projelerde kuyruk suyunda dinlendirme ya-pılması önerilebilir. Ayrıca toprak ve hafriyat dökümü ÇED ve fizibilite raporlarında belirlene-cek bölgelere yapılmalı ve akarsu yatağına etki-nin engellenmesinde gerekli tedbir alınmalıdır.
Balık stokları ve sucul ekosistem üzerine etkiler
Akarsu sistemlerinde bulunan balıklar göç etmese bile, yaşam döngüsünün çeşitli aşamala-rında hidroelektrik barajlar ile temas edebilir. Hidroelektrik santraller inşa edildiği bölgeye bağlı olarak birçok farklı türde, davranış ve ya-şamsal farklılaşmaya neden olmaktadır. HES ve Baraj sistemlerinin inşaat aşamasında akarsu ya-tağının değiştirilmesi, sürekli bulanıklık yaratıl-ması, kullanılan çimento ve katkı maddelerinin suya karışması, sucul canlıların hareketini engel-leyen yapılar, tünel sistemleri ve drenajlar ile akarsu yatağında suyun neredeyse tamamının enerji kullanımı için kullanılması ve can suyu olarak bırakılan miktarda oluşan kesintiler etkile-şim olarak sayılabilir.
Akıntılı suya adaptasyon gösteren bentik can-lılar, durgun su olan regülatör gölünün kapladığı alanlarda büyük oranda ortadan kalkacaklardır. Ayrıca sürüklenme davranışı gösteren türlerin dağılımında değişiklik ortaya çıkabilecektir. Re-gülatör yapımı, toplama alanındaki bentik tür kompozisyonunu nitelik ve nicelik açısından de-ğiştirecektir. Regülatör alanından sonra su tünel sistemine alındığı ve bypass uygulandığı için akıntının azalması ve hatta yok olması ile birlikte dip yapısı da değişecektir. Çakıllı ve büyük ka-yalıklı zemin yapısı yerine, Gölet oluşan bölge-lerde geniş olarak çamur ve balçıklı alanlar olu-şacaktır. Sadece can suyunun akıtılacağı alan-larda ise dere yatağı çekilerek su akışı küçük bi-rikintiler oluşturacak ve balığın beslenme ve gizlenmesi için uygun ortam kalmayacaktır. Bu alanlar önceden mevcut olmayan bazı türler için uygun özellik taşıyabilecektir. Akıntılı ortama adapte olmuş mevcut türler ise, regülatör öncesi ve sonrasındaki akıntılı ortamlarda yaşamlarını devam ettirebileceklerdir.
HES projesi uygulanan akarsularda sucul canlıların, regülatörün alt kısımlarında yaşamla-rını sürdürebilmesi için gerekli olan ve biyolojik olarak ihtiyaç duyabileceği minimum su bırakıl-ması bütün sorunu çözmemektedir. Bu miktar, çeşitli yöntemlerle hesaplanmakla birlikte regü-latörün alt kısımlarındaki toplam balık stoku ile yakından ilişkilidir. Suyun az verilmesi duru-munda balıklar derin ve havuz oluşturmuş alan-larda toplanacaktır. Toplam balık stokunun fazla olması bu küçük havuz sistemlerinin taşıyamaya-cağı miktarda olursa toplu balık ölümleri mey-dana gelebilecektir. Dere yatağının özelliği nede-niyle akarsu bağlantısı kesilmesi sonucu sıcaklık artışı, çözünmüş oksijen miktarındaki azalma, besin maddesi birikimi ve devamında ötrofikasyona giden olumsuz koşullar oluşacaktır. Bu açıdan bakıldığında Doğu Karadeniz Bölgesi akarsuları gibi dağ derelerinde indikatör bir tür olarak nitelendirilebilecek Salmo trutta labrax’ (deniz alası) ın mevcudiyetini sürdürebilmesi, verilecek su miktarı ile yakından ilişkilidir. Çünkü bu tür, hızlı akıntılı, soğuk ve oksijen ba-kımından zengin sularda yaşayabilmektedir. Bu faktörler göz önüne alınarak hesaplanan su mik-tarı bırakılması derede canlılığın devamını sağ-lamaya yetecektir. Tabiki aynı dönemde balık geçitlerinin aktif kullanımına yönelik akış kont-rolü ve özellikle regülatör ve türbin arasında su akışı az olan kesimde oluşan göllenmelerde avlak sahası amacıyla kullanılmamalı ve gerekli ted-birler alınmalıdır.
Sazangil ve kefal türleri akarsu üzerine yapı-lan engellerde nispeten lokal alanlarda hayatiye-tini sürdürmesine rağmen, başta salmonidler ol-mak üzere yılan balığı ve mersin balığı gibi diğer anadrom türlerde etki ölümcül olmaktadır. Bu nedenle üreme ve beslenme göçü yapmak için tatlı su ve deniz ortamında geçiş yapmak zorunda kalan bu türlerde hızla stoklar azalmaktadır. Ti-cari değeri yüksek olduğu için aşırı av baskısına maruz kalan ve çevresel kirlilikte ilk olarak etki-lenen bu türlerde, akarsularda göçü engelleyecek yapılar inşaa edilmesi soylarının tükenmesi an-lamına gelmektedir. Tüm dünyada çok özel alanlarda endemik kalan bireyler ve alt türler özel koruma programları başlatılarak koruma altına alınmıştır.
Havza bazında taşıma kapasiteleri ve çev-resel etkinin çıkarılması
Enerji üretiminde yeni çevre dostu kavramlar geliştirilmek suretiyle çevresel etkinin azaltılma-sına çalışılmaktadır. Son dönemde gelişmeler modifiye edilerek hidroelektrik sanayi için uy-gulanmaktadır. Öncelikle belirli bölgelerde demonsratif uygulamalarla geliştirilen teknoloji-leri nehir ekosistemleri için olumsuz etkileri ol-madan mümkün olan en yüksek miktarda elektrik üretebilir. Yalnızca karlılığı hedef alan klasik enerji üretimi uygulamaları yerine küçük bazı yatırımlar veya proje değişiklikleri sayesinde et-kili sonuçlar alınabilmektedir. Balıkların korun-ması ve ekosistem bütünlüğü olan projeler enerji üretimi ile optimize şekilde yürütülmesi gerekli-dir.
Doğu Karadeniz Bölgesinde bazı projeler çok sayıda regülatör ve tünel kanal cebri boru sis-temleri ile birden fazla HES ünitesine bağlan-maktadır. Fakat çevresel etki tek rapor üzerinden verilmeye çalışılmaktadır. Örneğin Çağlayan ve Kapistre dereleri Baltacı ve İyidere ile Uzungöl üzerinden Solaklı deresi yan kolları ile Sürmene deresi derivasyon tünelleri ile bağlantılar kurula-rak enerji üretimi için projelendirilmiştir. Bu tip projeler aynı akarsu üzerinden uzun yıl ortala-malarına göre projelendirilen ve hesaplamaları yapılan birçok proje ile çelişmesi söz konusudur. Birbiri ardına projelendirilen HES’ler diğer sant-ralden çıkan kuyruk suyunu dere yatağında re-gülatör ile yeniden tünel ve cebri boruya alarak kullana bilmektedir. Trabzon ve Rize illerinde önemli akarsularda bu şekilde 10-17 HES’in arka arkaya uygulandığı projeler bulunmaktadır. Sucul ekosistem açısından iki farklı akarsuda derivas-yon ile su aktarılması ve çok sayıda projenin ta-şıma kapasiteleri hesaplanmadan aynı akarsuda uygulanması şeklinde akarsuya yapılan müdaha-leler geri dönülmez etkilere neden olabilecektir.
Bölge genelinde her akarsu için havza bazında etki değerlendirmesi yapılarak, milli park, sit alanı, koruma bölgelerinin yer alacağı ve ende-mik türlerin korunacağı bir planlama yapılmalı-dır. Çok sayıda HES içeren ve tek tek değerlendi-rildiğinde ÇED olumlu raporları verilebilecek projelerin toplu etkisinin ne olacağı bilimsel esaslara göre objektif olarak rapor edilmelidir. Bu konuda Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı bi-rimler yanında bölgedeki üniversiteler, araştırma kurumları ve Sivil Toplum Kuruluşlarının yer alacağı daha entegre bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Bu entegre değerlendirme kapsamlı bir “HAVZA PLANLAMA” ya dönüştürülmelidir.
Fiziksel bir engel olarak regülatör yapıları nehrin üst kısımları ve alt kısımları arasında ha-reket eden türlerin geçişini engellemektedir. Ba-lık geçitleri, regülatörlerde, projelendirme yapı-lırken mutlaka düşünülmesi gereken oluşumlar-dır. Nehirde yaşayan türler bir kaç göç yoluna sahiptirler. Bunlar, alabalıklar gibi anadrom ve yılanbalığı gibi katadrom özellikte göç eden ba-lıkların yapmış oldukları göçlerdir.
Elektrik santrali projelerinde inşa edilen re-gülatörler balık geçişlerini engellediği için deği-şik yapıda balık geçitleri (balık merdivenleri, ba-lık asansörleri vb) ilave edilmektedir. Özellikle son otuz yılda balık geçitlerinin etkinliğini art-tırmak için araştırmalar yoğunlaşmıştır. Bu amaçla hedef balık türlerinin etkili şekilde geçiş-leri izlenmekte ve daha önce yapılmış geçitler değerlendirilmektedir. Akarsularda göç eden özelikle anadrom ve diadrom türlerden yirmi iki balık türü oluşturulan engellerden olumsuz etki-lendiği belirlenmiştir. Bu türlerden genelde salmon, alabalık türleri ve ton balıklarına yönelik olarak balık geçitleri dizayn edilmektedir. Oysa çok büyük boyutlardaki mersin balığı gibi türler ve salmonidler kadar hareketli olmayan barbus benzeri türler için aynı geçitler uygun geçiş im-kânları sağlamazlar. Yavru balık ve ergin bireyler için geçiş sistemlerinin etkinliği yine farklı uy-gulama gerektirmektedir. Bunun yanında yukarı göçlerde oluşturulan balığın girişi ve hareketlen-mesini sağlayan sistemler ve hidrolik koşullar, aşağıya yapılan göçlerde aynı etkinliği göstere-memektedir. Balık geçitlerinin dizayn edilme-sinde regülatör üzerinde yer alan yönlendirme ekipmanları, tünel, havuz sistemleri, çöktürme ve çakıl düşürme yapılarının geometrik yapıları, en-gelleme, akış ve boşaltma durumları, su seviye-leri gibi teknik ve yapı elemanlar önem taşımak-tadır (Larinier, 2002b). Daha ayrıntısına girilecek olursa hangi balık türlerinin hedeflendiğine göre kanal ve geçiş boyutları, giriş yapısı, oluşan ha-vuzların yüksekliği, su seviyesi, oluşan akış hızı gibi çok sayıda veri dikkate alınabilir. Maalesef ülkemizde zaten çok az sayıda yapılan balık ge-çitlerinin etkinliği konusunda uygulamalı bir araştırma bulunmamaktadır.
European Red List kapsamında bulunan Salmo trutta labrax türü Doğu Karadeniz Bölgesi Akarsularında doğal dağılım göstermektedir. Bu tür soğuk ve hızlı akıntılı suları tercih etmektedir ve üreme dönemlerinde nehrin yukarı ve aşağı-sına göç etmektedir. Ergin bireyler yumurtlamak için nehrin üst kısımlarına göç ederken, gençler daha fazla besin bulabilmek ve denize çıkış ya-pabilmek için aşağı kısımlara doğru göç ederler. Bu durum daha sonra tersine devam eder. Birçok tatlısu balığı yumurtlamak için nehrin üst kısım-larına göç ederken, tatlısu molluskları larvalarını bu göç eden balıklar üzerine yapışarak nehrin üst kısımlarına çıkarabilmektedir. Odonata, Efemeroptera ve Trichoptera gibi ergin sucul bö-cekler, larvalarının sürüklenmelerini önlemek için nehrin üst kısımlarına hareket etmekte ve yumurtalarını buralara bırakmaktadırlar. Fakat baraj ve regülatör gövdeleri bu tür göçleri farklı derecelerde engelleyebilmektedir. Göç eden ba-lıklar yaşam döngülerinin ana fazları için farklı çevresel koşullara ihtiyaç duyarlar. Alabalıklar gibi birçok anadrom balık populasyonu bu tip yapılardan dolayı göçlerinin engellenmesi sonucu populasyonlarında önemli düşüşler görülmekte-dir. Biyolojik açıdan meydana gelen bu olum-suzluklar balık geçitleri ile çözümlenebilmekte-dir. Balık geçitleri, yapımı gerçekleştirilen regü-latörün konumuna ve özelliklerine göre düzen-lenmektedir.
Balıklar doğal göç davranışı engellendiği için kullanılan balık geçidi ve kollektörlerin etkinliği arttırılmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle balıkların istenilen şekilde yönlendirilmesini sağlayacak çeşitli teknikler (su akışı, türe uygun balık geçit-leri, regülatör yapıları) ve dış uyarılar (örneğin, ışık, ses, elektrik) üzerinde, uzun yıllar denemeler yürütülmüştür. Geliştirilen yöntemler balığın davranışlarına bağlı olarak su akışları ile özellikle aşağı göç sırasında yönlendirme yapılabildiği gibi, balığın ürkütülmesi, korkutulması veya ışık ve ses ile cezbedilmesi yoluyla hidroelektrik si-telerinin engelleyici faktörlerden geçiş başarıları arttırılmaya çalışılmaktadır. Son dönemde gelişti-rilen teknolojiler ve izleme sistemleri balıkların su azalmaları gibi olumsuz faktörlerden etkilen-meden sürekli olarak istenilen yönde hareket et-mesi ve göç davranışını sürdürmesi için kulla-nılmaktadır.
Santos vd. (2006) tarafından Portekiz’de ya-pılan bir çalışmada regülatör yüksekliği 6 ve 22 m arasında değişen bütün HES ve Baraj yapıla-rında inşaa edilmiş balık geçitlerinin uygunluğu araştırılmıştır. Buna göre bölgedeki türler balık geçidindeki hareketlenme ve yükseklikler, su akış hızları, balık geçitlerinin fiziksel özellikleri (ge-nişlik, yükseklik, basamak yapısı vb.) puanlan-mıştır. Sonuç olarak çoğunlukla balık geçitleri yapısı uygun bulunmamıştır.
Tabak vd. (2001) tarafından, ülkemizin Doğu Karadeniz kıyılarında dağılım gösteren Karade-niz alabalığı (Salmo trutta labrax Pallas, 1811)’nın tatlısu ortamındaki göç davranışı üze-rine, yürütülen çalışmada balığın üreme, smolt ve beslenme göçleri yaptığı belirlenmiştir. Çalış-mada Karadeniz alabalığının en yoğun giriş yap-tığı önemli akarsuların (Fırtına, Çağlayan, İyi-dere, Kapistre; Solaklı Dereleri) fiziksel ve kim-yasal yapısı belirlenmiş, alabalık stokları ve ya-şam döngüsü üzerine çevresel etkiler incelenmiş-tir. İlkbahar (Mart-mayıs) ve kış (Ocak) döne-minde kıyıya yakın bölgelerde bulunan Karade-niz alabalığı yaz aylarında, su sıcaklığının etkisi ile akarsuların kaynağa yakın yüksek kesimlerine ve yan kollarına beslenme göçü yapmaktadır. Sonbaharda ise özellikle büyük bireylerin üreme amaçlı göç hareketleri olmaktadır. İlkbahar dö-neminde kıyı bölgelerde yoğunlaşan beslenme faaliyetleri sırasında bir kısım balığın henüz tar-tışma konusu olan çeşitli faktörlerin etkisi ile smoltlaşma ve denize göç etme gerçekleşmekte-dir
Balık geçitlerinin özellikle anadrom ve katadrom balıkların göçünde oluşan engellerin geçilmesinde kullanımı yaygındır. Akarsuların kaynak bölgeleri yönünde akıntıya karşı yapılan yukarı göçlerde uygun dizayn edilmiş balık ge-çitleri etkin olarak kullanılabilmektedir. Fakat akıntı yönünde yapılan aşağı göçlerde daha ince-likli tekniklerin uygulanmasına gereksinim du-yulmaktadır. Aşağı göçlerde özellikle yavru ala-balık ve somonların smoltifikasyon için hareket-lendiği dönemlerde yüksek debili akış dönemine gelen ilkbahar aylarında balık geçitleri tamamen işlevsiz kalmaktadır. Regülâtörlerde su can suyu olarak balık geçitlerinde bırakılan suyun dışında tamamen dinlendirme havuzlarına ve tünellere yönlendirildiği için balıklar asıl akıntı yönünde hareket etmektedir. Kanal ve tünellerde bir şe-kilde akıntıdan kurtulması mümkün olan salmonidler özellikle cebri borularda oluşan yük-sek emiş ve basınç etkisinden kurtulamamakta ve türbinlerdeki mekanik etki ve basınçtan çok bü-yük oranda zarar görmektedir. Fakat sonradan geliştirilen bazı teknikler sayesinde bu zararlanmaların önüne geçmek en azından etkile-rini azaltmak mümkün olabilmektedir. Amerika ve Kanada’da pasifik salmonları üreme göçü son-rasında ömrünü tamamladığı için özellikle yavru balıkların deniz ve göllere olan göçünde bu tek-nikler geliştirilmiştir.
Balıkların aşağı göçü (down-stream) sırasında tuzaklar, kolektörler, yüzey toplayıcıları ve fizik-sel bariyer sistemlerinin daha pratik uygulamaları için araştırmalar yürütülmektedir. Çünkü yüksek debili taşkın dönemlerinde elek ve ağlar ile oluş-turulan bariyerler kolayca parçalanmakta veya geçiş sağlayan sistemler dal ve yaprak benzeri materyal ile tıkandığı için bakımları zor olmakta-dır. Bu alternatifler de fiziksel bariyer yaklaşım-ları ve davranış yönlendirme teknikleri içerir. Örneğin son dönemde türbin sistemine girmeden önce su düşüşünde hareketlendirilen özellikle yavru balıkların aşağı geçiş için balık pompaları geliştirilmiştir. Aynı tekniğin yukarı göç sıra-sında akıntıya karşı geçişte kullanımı içinde tek-nolojiler geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Bütün teknolojik uygulamalar yanında sucul canlılığın devamında iyi bir yönetim modeli uy-gulanması gerekmektedir. Bu konu maalesef şimdiye kadar ülkemizde hidroelektrik santral projelerinde ve tarafımızca incelenen hiçbir ÇED raporunda ele alınmamıştır. Su akışının debi azalmasına bağlı olmaksızın dere yatağında can-lılığı devam ettirecek şekilde (çevre/can suyu) sürekli akışı, göç ve üreme dönemlerinde izleme yürütülerek akışın ayarlanması gibi uygulamalar geliştirilebilmektedir. Akarsuyun bypass edildiği regülatör ve santral binası arasında kalan bölgede dere yatağında sadece can suyu akışı sağlandığı için balıkların avcılık baskısı ve diğer canlıların oluşturduğu predetasyona maruz kalmaları yine bu yönetim modelinde kabul edilmektedir. Nite-kim Rize ve Artvin’de uygulamaya alınan bazı santral projelerinde ÇED raporlarında yasa dışı avcılığın önleneceği koruma altında olan türlerin proje bölgesinde korunacağı dile getirilmiştir. Burada yerinde alınacak küçük önlemlerin ol-dukça etkili sonuçlar vereceği bildirilmektedir. Örneğin taşkın ve sel etkileri barajlarda olduğu kadar olmasa da kısmen engellenebilirken bu dönemlerin sonunda dere yataklarında oluşan küçük göletler su canlılarının ve balıkların mah-sur kaldığı alanlar olmakta, belirli bir dönemde su akış bağlantısı kesilen göletler tamamen ku-rumakta veya oksijen bağlantısı kesildiği için toplu ölümlere neden olabilmektedir.
Bölgede yürütülen HES projelerinde sucul faunaya olan etkiler proje bütçesinde oldukça mütevazi rakamlar öngörülerek bölgedeki üniver-site ve araştırma kurumlarınca sürekli izleme şeklinde yürütülebilir. Bilimsel esaslara dayanan ve bağımsız kurumlarca yapılacak bu izleme projeleri ciddi yaklaşımlarla kamuoyuna sürekli rapor olarak sunulabilir. Bu durum sivil toplum kuruluşları, çevresel endişe duyan yerel halk ve engelleme girişimlerini olumlu yönde etkileye-cektir. Özellikle Kanada ve ABD eyaletlerinde sürekli izleme yapılan baraj ve regülatör yapıları-nın ekosisteme etkileri düzenli raporlar olarak internet ortamında paylaşılmaktadır.
Bir diğer yeni yaklaşımda “referans nehir” kavramıdır. Akarsu ekosistemi üzerine yönetim modeli geliştirilmesi bu kavramın kısa tanımıdır. Nehir üzerinde bütün sektörel kullanımlar kritik fiziksel ve kimyasal süreçler, biyotik değişimler geri dönüşlü olarak izlenerek strateji geliştiril-mesi amaçlanmıştır. Bunun için çok fazla araçla ve sık aralıklarla yeterli mühendislik bilgi sağla-narak izleme yapılmaktadır. Hedeflenen sistem (örneğin başlığımızda olduğu gibi enerji üretimi) potansiyel yapıya göre esneklik gösteren çeşitli alternatif senaryolar üzerinden referans alınarak diğer bölgelerdeki uygulamalar öncesinde veri elde edilmektedir (Richter vd., 1997). Bunu bir örnekle açıklarsak İyidere üzerinde otuz yıl önce-sinde yapılan santralin ekosistem üzerine etkisi “referans nehir” kavramı ile yeterli şekilde mü-hendislik bilgilerle analiz edilmiş olsaydı, böl-gede yapılacak dörtyüzün üzerindeki HES projesi için doğru uygulamalar yapılabilecek bilgi, bulgu ve tecrübeye ulaşılabilirdi. Bu bilgiler bir yöne-tim modeline göre karar alma sürecinde yardımcı olurdu. Ülkemizde Sürdürülebilir Çevre ve Su Yönetimi Planı (Havza Yönetimi) yaklaşımı için temel veriler eksiktir.
Nehir tipi santrallerde regülatörlerle yönlendi-rilen su dere yatağından akmayacağı için bir miktar su canlılığın sürdürülmesi için bırakıl-maktadır. Herhangi bir nehir ekosisteminin ihti-yaç duyduğu su miktarı literatürde “çevre-sel/ekosistem su ihtiyacı” olarak tanımlanmakta ve bu ihtiyaç çeşitli metotlarla hesaplanabilmek-tedir. Can suyu olarak da tabir edilen Çevre-sel/ekosistem su ihtiyacının belirlenmesi ile ilgili çalışmalar 1970’li yıllarda başlamıştır. Basit metotlardan bilimsel temelleri iyi geliştirilmiş ve yaygın kullanım alanı bulmuş daha karmaşık metotlara doğru bir gelişme yaşanmıştır.
Bırakılacak su miktarının ne kadar olacağının net olarak belirlenmesi de su kaynaklarının ko-runması için yeterli değildir. Akış şartları önem taşımaktadır. Su akışının her zaman düzenli ol-ması gereklidir. Yaşam sudaki oksijene bağlı ol-duğu için çok kısa süreli kesilmeler dahi geri dö-nüşsüz yıkımlara neden olabilmektedir. Akışın sürekliliği açısından by pass kanalları ile sürekli-lik sağlanması yanında özellikle üreme ve göç dönemlerinde mevsimsel özelliklere göre belirli seviyede akış korunmalıdır.
Genellikle ekonomik açıdan değeri olan (ba-lıkçılık faaliyeti) akarsularda çevresel/ekosistem su ihtiyacının belirlenmesi ile ilgili çalışmalar yapılmış ve bu nedenle balıkların yaşamları için gerekli olan su miktarı tüm nehir ekosisteminin ihtiyacı olarak tanımlanmıştır. Ancak son yıllarda diğer canlı gruplarını (omurgasızlar, su kuşları vb.), ekosistemin yapısını (su kanalının formu, bitki örtüsü ve taşkın alanları), nütrient dinami-ğini ve birincil üretimi de dikkate alan yeni me-totlar geliştirilmiştir (Davis ve Hijri, 2003).
Debi-süreklilik eğrisi en düşük akımdan taş-kınlara kadar nehrin akış durumunu gösteren en uygun metodudur. Günlük ortalama akış verile-rini kullanarak elde edilen debi süreklilik eğrileri gerçekte istenilen bir periyotta belirlenen bir debi değerinin zamanın kaçta kaçında mevcut oldu-ğunu gösteren kümülatif referans dağılımıdır. (Özdemir ve ark., 2007)
Bölgedeki akarsularda günlük ve aylık orta-lama akımları incelendiğinde dere yatakları ile ilgili olarak, kuru ve ıslak dönem zamanlarının farklı olduğu görülmektedir. Bunun başlıca ne-deni daha üst kotlara yağan karın yaz aylarında erimeye başlamasıdır. Kış aylarında yüksek böl-gelerde bulunan karlar erimediğinden dere debi-leri kışın az, yazın fazla olmaktadır.
Regülatörlerin akış aşağısında yaşamını sür-düren canlı ekosisteminin faaliyetten etkilenme-mesi için, akarsu yataklarına bırakılacak su mik-tarı değişik metotlar ile hesaplanmakta ve rapor-larda belirtilmesi gerekmektedir.
Regülatörlerden dere yatağına bırakılan aşağı akımlar balıkların ve diğer sucul canlıların ihti-yacı için İspanyada 1994 yılında faaliyete geçen nehir tipi depolamasız hiroelektrik santralin ala-balık stokları üzerine etkisi araştırılmıştır. Balık geçidi ve can suyu kriterlerinin bilimsel olarak düzenlenmesine rağmen santralin aşağı kesimle-rinde stok yoğunluğu ve biyokütle yaklaşık %50 oranında önemli bir düşüş göstermiş. Bentin yu-karı bölümlerine göre populasyon parametreleri arasındaki fark önemli bulunmuştur. Akış kriter-leri değiştirilen santralin özellikle aşağı kesimle-rinde 0+ ve 1+ yaş alabalık sayısında önemli azalma tespit edilmiştir. Erişkin balıkların akış değişiklikleri nedeniyle üreme bölgelerine göç edemedikleri gözlenmiştir. Aynı gözlemler Clywedog ırmağında Cowx ve Gould (1989) ta-rafından bildirilmiş ve kahverengi alabalıklarda üreme göçünün engellenmesi temel sebebi olarak kapsamlı düzenlemelere rağmen genellikle nehir yatağı, habitatlar ve su akışını değişikliği ve de-bide sık sık düzenleme yapılması olarak bildiril-miştir.
HES ve Barajlarda akarsu yatağına verilen su yönetimi büyük önem taşımaktadır. Çevre/can suyunda olan şiddetli dalgalanmalar (azalma-ar-tış) özellikle 0+ yaş salmonid balık stokları üze-rinde büyük etki gösterdiği tespit edilmiştir. Taş-kın tarzında su hızlarının artması ve bulanıklığa diğer büyük balıklar belli oranda dayanmasına karşın yavrularda büyük oranda ölümler görüle-bilir (Nicola, 1999).
Islak çevre metodu ile hesaplanan minimum çevresel/ekosistem su ihtiyacının, hedef türlerin su ihtiyacını karşılayıp karşılayamayacağı bu aşamada kontrol edilmelidir. Yapılan araştırmalar sucul canlıların su hızı ve su derinliği konusunda seçici davrandıklarını göstermektedir (Lamouroux, 1999). Bu nedenle kontrol paramet-resi olarak su hız ve su derinliği seçilmiştir. Bu kontrolün yapılabilmesi için ilk olarak hedef tür-ler belirlenmelidir. Hedef türlerin belirlenebil-mesi için ise ilk önce su transferinin yapılacağı nehir/dere/çay ekosisteminde bulunan canlı tür- leri tespit edilmelidir. Bu amaçla literatürden ya-rarlanılabilir. Eğer herhangi bir bilgi yok ise tür-lerin tespiti için gerekli arazi/izleme çalışmaları yapılmalıdır. Daha sonra minimum su ihtiyacının doğrulanmasında kullanılacak hedef türler aşa-ğıda verilen üç kritere göre seçilmelidir:
Bu işletmelerde ÇED raporu gerekli olsun veya olmasın yapmış oldukları çalışmalarda ra-porda vaat ettikleri kriterlere uymadıkları yani çevreyle uyumlu bir şekilde çalışmadıkları tespit edilmiştir. Trabzon da inşaat halinde olan veya üretime başlayan santrallerin yerinde yapılan tes-pitlerinde; özellikle su iletim tünellerinin, su ile-tim kanalı ve cebri boruların geçtiği alanda yapı-lan hafriyatların eğimli arazilerden gelişigüzel bırakılması nedeniyle orman alanlarında büyük tahribatlar oluşturulduğu, dere yataklarının dol-durularak su akış rejimi ve kalitesinin olumsuz etkilendiği (Şekil 4), dere yatağına bırakılacak doğal yaşam için gerekli biyolojik ihtiyaç suyu-nun yetersiz kaldığı, balık geçitlerinin çalıştırıl-madığı veya uygun inşa edilmemiş olduğu ve çevreyle uyumlu çalışılmadığı tespitleri yapıl-mıştır (Şekil 5).
Şekil 4. Nehir tipi hidroelektrik santralinin inşası sırasında cebri boru geçişi için açılan yol güzer-gâhından ve tünellerden çıkan toprak ve kaya parçalarının dere yatağına bırakılması (Orijinal)
Figure 4. In the river type hydroelectric power plant, during construction opened the way for passage penstock route, tunnels and rock fragments from the soil leaving the river bed (the original)
Su tarih boyunca medeniyetlerin gelişiminde rol oynamıştır. İlk uygarlıkların önemli nehirler boyunca kurulması bunun göstergesidir. Bilim insanları da ırmak kenarlarında oluşan ekolojik kavramların ilişkisini çözmeye çalışmada çeşitli felsefi yaklaşımı olan (analitik ve bütünleştirici) metotlar uygulamıştır (Holling 1998). Bilim adamları bütünsel düzeyde nehirler ve ekoloji (su ekoloji) ilişkisini ve ırmak kenarında süreçleri tanımlamak için zaman ve mekan farkı olmaksı-zın araştırma ve gözlemler yürütmeye devam etmektedir. Su ekolojik yapıda hayati önemi ne-deniyle hiçbir zaman mal ve emtia şeklinde sa-hiplendirilmemiş ve kamuya ait olmuştur. Su ta-rımsal sulama veya diğer üretim için kullandığı zaman temel yaşam şartları için (içme suyu gibi) ayrılan miktar dışında kiralanır ya da kamu tara-fından öngörülen miktarda ödünç verilir.
Onbinlerce yılda doğal etkiler ve çevre şartları ile oluşan biyolojik çeşitlilik ve sucul ekosiste-min yapısı dışarıdan etkilere ve tehditlere açıktır. Günümüzde insanın doğaya başta kirlilik olmak üzere etkisi geri dönüşsüz yıkımlara neden ola-bilmektedir. Akarsu sistemleride daha önce bah-sedildiği şekilde birçok sektörün baskısı altında kalmaktadır. Çevre duyarlılığının arttığı şu dö-nemde sonuçları doğal ortama zarar veren her-hangi bir faaliyet diğerinden ayrılmadan çevresel etkisi izlenmeli ve gerekli önlemler zamanında alınmalıdır. Bu anlayışla şehirleşme ve turizm sonucu oluşan yapılaşma ve kirlilik, sanayi tesis-leri, tarımsal faaliyet ve artan kimyasal kullanımı, kum çakıl ocakları, bilinçsiz avcılık ve HES pro-jeleri ile aynı platformda ele alınmalıdır. Fırtına deresi üzerinde on yıl önce engellenen hidroe-lektrik yatırım bu gün onlarcası ile bölgede kar-şımıza gelmiştir. Fakat aynı dönemde artan şe-hirleşme, kum çakıl ocakları yapımı, dere ıslahla-rında bilinçsiz davranışlar artan turizm faaliyetle-rinin etkisi gündeme getirilmemiştir.
Bölgede yer alan HES’ler için can suyu mik-tarlarının aynı kriterler baz alınarak hesaplan-ması; balık geçitlerinin aşağı göçlerde ve yukarı geçişlerde etkinliği ve kullanışlı olacak şekilde projelendirilmesi; bölge için referans olarak ala-balık ve barbus türlerinin göçlerinin alınması ve geçişlerin, işletme ve inşaat dönemlerinde etkinin kamu kurumları ve akademik kuruluşlarca bilim-sel kriterlere uygun olarak izlenmesi, kamuoyuna sürekli bilgi akışı sağlanması; yatırımların belli ölçüye çekilmesi, gerekiyorsa her akarsu için çevresel açıdan önemli görülen bir bölgenin ko-ruma bölgesi olarak belirlenerek canlı yaşam de-vamlılığında korunması ile havza bazında kümü-latif etkinin raporları çıkartılması sonuçlarına göre planlamalar yapılması gerekmektedir.